Beni ben yapan tüm özellikler seni sen yapanlarla aynı, ama biri sana adını sorduğu zaman nasıl benimle aynı yanıtı vermiyorsan bir o kadar da farklıyız. Benim adın Arkın. Diğer bütün Arkın’lardan farklı, en BEN olan Arkın benim. DNA, retina, parmak izi veya beyin kıvrımlarımız birey olarak ayrılabilmemizi sağladıkları kadar aslında birbirimizle aynı olmamızı da sağlayan ortak paydamız. İnsan türünün standart özelliği, eşsizliği. Her ne yapıyorsak zaten bize özgü ve farklı olmak zorunda ancak yine de bu farkın temelinde farkındalık ve bizim kendi varlığımızı nasıl tanımladığımız yatıyor.
Farkındalık kavramı aslında sadece bilginin varlığı ve bilincin bu bilgiden haberdar olmasını anlatıyor. Asıl olan bu noktadan itibaren eldeki farkındalık ile ne yapmayı tercih ettiğimiz. Evet, her birimiz farklıyız ve hatta tam anlamıyla aynı olmamız fiziksel olarak mümkün değil. Peki bu fark ne işe yarıyor? Yanıt epey sade ve biraz da sönük:
“ben ne işe yaramasını istersem ona yarıyor…”
Hayatın anlamı yoktur, hayat anlam yaratma yoludur. Harfler gibi düşünün. Yan yana geldiklerinde oluşan sözcüklerle kurulan cümleler ve bu akışın hikayesi anlamlı bir deneyim olabilir ancak bu anlam yine de anlatan ve anlayan arasındaki bağ sayesinde oluşur. Harfler, sözcükler, cümleler sadece aynı dili konuşan insanlar arasında istenen anlam ortaklığını yaratabilirler. Yani birbirinin farkında olan taraflar arasında farklılıklar ortadan kaldırılabilir.
Ben de kendimi, yarattığım tüm farklılıkların kaynaklandığı aynılık temelinden itibaren bütün halinde tanımayı başarırsam ancak buradan itibaren yaratabileceğim tüm farkı ortaya koymam mümkün hale gelir. Mümkün olması ise gerçekleşmesi anlamına gelmez. Yani her insan için 100 metre mesafeyi 10 saniyede koşmak mümkün değildir oysa insan türü 100 metreyi 10 saniyenin altında bir sürede koşabilir. Hepimizin iki kolu, iki bacağı, iki gözü, iki kulağı olduğunu varsayıyoruz, insan dediğimiz varlığın insansı (humanoid) tanımını oluşturan temel kümede bir de psikolojik özellikler var tabii ki…
Kimlik, kişilik ve Ego’yu suyun halleri gibi düşünebiliriz; buz, su ve buhar ya da katı, sıvı, gaz. Kimlik, kap olarak dış çeperi oluşturan ve içi doldurulan bir sınır getirir. Kültürel ve fiziksel olarak temel varsayımlarımızı kurduğumuz en az sorgulanan kabullenmeleri oluşturur. Amerikalılar şöyledir, Almanlar böyledir, İngilizler soğuktur, İtalyanlar gürültülüdür, Türkler misafirperverdir gibi milletin her bireyine aynı anda uymayan ancak bir milleti tanımlama konusunda bizi de engellemeyen genellemelere buradan varırız. Erkekler ağlamaz, kadınlar duygusaldır gibi basmakalıp yargılar da bu kimlik yanılgılarından kaynaklanır. Doktorlar, askerler, mühendisler, öğretmenler gibi üniformalar ve mesleklerin erbabını bir bütün halinde değerlendirmemizi sağlayan da aslında bu ortak bölenlerin en büyüğüdür.
Hiç giyilmemiş bir ayakkabı ile yıllardır aralıksız giyilmiş bir ayakkabı gibidir kimlik ve kişilik ilişkisi. Ayakkabı kimliğimizdir, giyeriz, bizi sınırlandırır ancak aynı zamanda dış dünyanın taşından, cam kırığından korur. Neresinin yıprandığı yere basışımız ya da topuğumuzu mu küçük parmağımızı mı vurduğunu ayak yapımız belirler. Kişilik akışkan bir yapı halinde ayakkabının içinde yürüyen ayaktır. Adımların atıldığı yolculuklardır. Kişilik zamanla oluşur, gelişir, değişir, dönüşür. Kişi kendiliğinden değil çevresine verdiği tepkiler ve içinden gelenin kesişiminde kendiliğini bulur, kendisi olur. Gittiğimiz yönü belirleyen attığımız adımlar olsa da oraya gitmek isteyen bir irade, bir niyet vardır. Kişilik sıvı halindeki suyun özelliklerini taşıyorsa Ego basınçlı buharla çalışan gazlı bir mekanizmadır. İçi içine sığmaz, gaza gelir, patlar. Ruhun gücü ele avuca sığmaz ve sınırlanamaz. Küçük ve basınçlı alanlarda büyük güç sahibidir EGO, kalabalığa karışınca pssst der söner.
İdarenin bittiği yerde irade başlar. Ancak idare edilmiyorsan, irade senindir. Durumu idare etmeye çalışmıyorsan irade ile idare edebilirsin. Herkes kendi hikayesini yaşarken hepimiz aynı gibi olsak da bu aynılık içindeki farklarımız bizi birey yapan özelliklerimiz. Yani benim farkındalık dediğim, aslında zaten ‘Arkın’ olan her şeyin farkını idrak etmemle mümkün. Benim yaşayabileceğim tek farkındalık, arkındalık.
Seninki ne?
Bilişsel yanılgılardan biri der ki: “İnsan düşündüğü her şeyin geçmişte ve gelecekte de hep geçerli olduğuna inanır.” Yanılgı, bu sabit kalacağımız düşüncesinden kaynaklanıyor. İnsan kendisi gibi bilir herkesi bu nedenle de kendini bilmekle bitmiyor iş tam tersi yeni başlıyor.
Farkını bulmak için kendin olmayı öğrenmek zorundasın arkadaşım.
Kendini bilmek, kendini bulmak, kendin olmak… Nietzsche’nin sanrısı, “kendin olmak istiyorsan kendini bilmeyeceksin” tam da kendini bilmez bir tanım olarak insanı ebedi cehalete hapseder. En yüce bilgi kaynağın bilincinin farkına varmak ve “KENDİNİ BİLMEK”tir. Mümkün olan en yüce bilgelik budur.