Var olmak, yaşamak neydi? Aşık Veysel’in de dediği gibi, uzun ince bir yolda gidiyoruz gündüz gece …
İşte o uzun inece yollardan bir tanesi de benim ki; Anadolu da evlerin çatılarının değil toprak damlarının olduğu bir kentte doğmuşum. Coğrafya çetin, yaşam zor bu topraklarda dedikten sonra gitme kararı almış ailem taşı, toprağı altın İstanbul’a… İstanbul’a yerleşmiş ailem şartları daha iyi olur diye düşünerek beni teyzem ve anneannemin yanına Kocaeli’nin Gölcük ilçesine bırakarak devam etmişler yollarına. Çocuğum daha konuşmam farklı, giyim kuşamım farklı öteki olmuştum birden bire geldiğim bu coğrafyada. Öteki neydi? Bizleri birbirimizden ayıran şey nedir?
İnsanın standardını kim veya ne belirler? Doğduğunda her insan aynı değil midir?
Şimdi ötekileşmeye başlayalım…
Hangi ülkede doğduğumuzla insan başlıyor ötekileşmeye sonra dinler, diller, ekonomik ve sosyal sebepler… Ötekileşmeye devam edip şehirlere kadar bölünmeye ötekileşmeye başlıyoruz biraz daha derine indiğimizde soy devreye girer ve insan bölüne bölüne kendinden uzaklaşır ve o bölündüğü ne ise, o olmaya başlar. Oysa ki insan biriciktir, tektir nasıl ki hiçbir insanın parmak izi birbirine benzemez ruhu sevgisi bakışı anlayışı da kimseye benzemez aslında. Ama bizler o özgün kendi şahsına münasır yaratılmış o ruhu bedeni tavrı bırakıp bir şeylere benzeyip kendimizden uzaklaşıyoruz.
Şimdi gelelim asıl konuya ötekileştirilmiş insanlardan bir gruba.
17 Ağustos 1999 depremini yaşadım 3 gün göçük altında kaldım, yaşım daha 22… O yıllarda uzun süre kalmış olduğum o göçüğün altında tevekkül ile bekledim çıktığım da ayaklarım için yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. İki ayağımda diz üzerinden kesildi ve ben o yaşlarda yeniden yürümeyi öğrendim, hayatımı iğne oyar gibi yeniden işledim, tam da yukarıda saydığım sebeplerden dolayı kimseyi ötekileştirmeden ve öteki olmadan hayatın her alanında bulundum.
Dünyanın en zor ve en uzun yolları arasından gösterilen 508 km’lik Antik Likya yolunu demir bacaklarımla yürüyerek emekleyerek 75 gün dağlarda kalarak tamamladım. Dalış yaptım. Türkiye’nin ilk ‘’Engelli’’ dalış eğitmeni oldum. Nefes alabilmek için tırnaklarımla kazıdığım o enkazın altından çıkıp sonrasında nefesimi tutarak suyun metrelerce altına inip “Dünya Engelliler Serbest Dalış Rekoru”nu iki kere kırdım. Yelken yaptım, ata bindim, rüzgar sörfü, su kayağı, motor sporları vs vs…
Toplumun hatta dünyanın engelli, özürlü, sakat veya Türkçe anlamı eli şapkalı yani dilenci diye adlandırılan ötekileştirilenlerden birisiydim yani. Engelli olan toplu taşıma araçları, yollar, mimari yapılar ve yüreğinde sevgi taşımayan ötekileştirenlerdir dedim. Önüme çıkan engellerin arkasında kalmadım, engellendim ama hiçbir zaman engelli olmadım.
Çatlak bardaktaki su ise hayat, ben onu her defasında içtim tıpkı dünyanın her hangi bir yerinde yaşayan, dalan, yüzen, tırmanan, yelken yapan insanlar gibi, ben Ufuk Koçak, sizlerden biriyim…
Ya siz?