Ne zaman ki yanındakini, elindekini kaybeder insan; o zaman anlar sahip olduğu şeyin değerini. Elindekinin varlığına alışmıştır çünkü, hiç gitmeyecek zanneder. O kadar fazla şeye sahip olmak istiyor ki insan, yokluğunda hayatını sürdüremeyeceği şeyleri unutuyor: akıl sağlığı, fiziksel sağlık. Evet, daha fazlasını istemeli insan. Hedefi olmalı. Hedef koymak, istemek kötü bir şey değildir. Sadece mutluluğu buna bağlamayın. Sahip olduklarınıza da şükredin.
Bazen insan, yaşamında hiçbir önemi olmayan şeylere takıldığı için de sahip olduklarının değerini unutuyor. Bu önemsiz şeyleri ne kadar çok düşünürseniz, size bir o kadar ciddi geleceklerdir. Bunlara daha fazla enerji harcamanız, sizi önemli olan şeylerden uzaklaştırır. Sahip olduklarının değerini kaybetmeden bilmeli insan, küçümsememeli onları. Gün gelir kaybettiği şeylere muhtaç olabilir. Buna en iyi örnek de küçümsediği, beğenmediği bacaklarına sonradan ihtiyacı olan geyiğin hikayesi:
Ağustos sıcaklığı ortalığı yakıp kavuruyormuş. Geyiğin susuzluktan dili damağına yapışmak üzereymiş. Susuzluktan ölmek üzereyken bir su kenarına gelmiş. Kana kana su içmiş. Susuzluğu geçince gözü, sudaki yansımasına takılmış. Bir süre hayran hayran kendisini seyretmiş. Sonra da:
- Boynuzlarım ne kadar da güzel görünüyor. Hem beni oldukça heybetli gösteriyor. Çatal çatal dal dal kıvrılıyor. Vücudumun en güzel, en beğendiğim yeri boynuzlarım, demiş.
O sırada gözleri suya değen bacaklarını görüvermiş. Az önceki muhteşem boynuzlar yanında bacakları o kadar ince, o kadar zayıf görünüyormuş ki geyik üzülmeden edememiş. Boynuzlarının çok değerli olduğuna, bacaklarının ise çok değersiz olduğuna karar vermiş. Ormanlar kralı aslan da su içmek için geyiğin bulunduğu yere geliyormuş. Su kenarında geyiği görünce hemen pusuya yatmış. Ardından da şimşek gibi geyiğin üzerine atılıvermiş. Geyik hızla ileriye atılmış ve aslanın ilk saldırısından kurtulmuş. Sonra da var gücüyle koşmaya başlamış. Aslan da onun peşinden.
Fakat geyiğe yetişmek ne mümkün. Aslan geyiğin ardında sanki yaya kalmış. Gel gör ki sık ağaçların arasına gelince durum değişmiş. Az önce geyiğin yere göğe sığdıramadığı boynuzları başına dert olmuş. O muhteşem boynuzlar sık ağaçların dallarına takılmaya başlamış. Bu durum geyiği oldukça yavaşlatmış. Peşindeki aslan da kolaylıkla geyiğe yetişmiş. Bir pençe darbesiyle geyiği yere serivermiş.
Zavallı geyik can çekişirken:
- Beni asıl tehlikelerden koruyan bacaklarımı beğenmedim. Beni süslü gösteren boynuzlarımın albenisine kapıldım. Onları çok fazla beğendim. Kötü görüp beğenmediklerimden iyilik gördüm. Çok beğendiğim, yere göğe sığdıramadığım ölüm fermanımı imzaladı…
Geyik, ona en çok ihtiyacı olan bacaklarını küçümsemiş, onu güzel ve süslü gösteren boynuzlarının albenisine kapılmış ve bu da sonu olmuş. Dış görünüşünüzü küçümsemeyin veya gözünüzde büyütmeyin. Albenisine kapılıp gittiğiniz şeylerle sınanabilirsiniz, beğenmediğiniz, şikayet ettiğiniz şeylere sonradan muhtaç olabilirsiniz geyik gibi.
Neden gözlerim renkli değil deyip şikayet edenler, belki bir gün görecek gözlere ihtiyacı olabilir. Neden parmaklarım kısa, neden ayaklarım bu kadar büyük, neden bacaklarım çarpık, neden kulaklarım kepçe. Neden…..? Neden…..? Neden…..? Bırakın şikayet etmeyi, yakınmayı. Sahip olduklarınıza bakın, şükredin aldığınız her nefese. Bir gün gelir onlara ihtiyacınız olabilir.
“Kıymet bilmek; kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır.” – Mevlana