İnsanın doğasında olan bir duygudur kıskançlık. Kendinde olmayan veya isteyip de sahip olamadığı bir şeyi başkasında görünce insan kayıtsız kalamaz, içgüdüsel olarak kıskanmaya başlar. Eğer bu kıskançlık belli bir dozda olursa zararı yoktur. Fakat fazlası insanın içini kemiren bir zehir gibidir.
Araştırmalara göre kendini yetersiz gören özgüveni eksik insanlar, başkalarının sahip oldukları şeylere gıpta eder ve kendilerine yapılmış bir tavır olarak algılar. Belli etmek istemeseler de içi içini yer, hem kendilerine hem de başkalarına zarar vermeye başlarlar.
Bir öğretmenin kıskanç öğrencisine verdiği dersi paylaşmak istiyoruz:
Öğretmen sınıftaki zeki aynı zamanda kıskanç öğrenciye sordu:
“Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?”
Öğrenci: “Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum, en iyi ben olmalıyım.” dedi.
Öğretmen masasından kalkıp eline bir parça tebeşir aldı ve 25 cm uzunluğunda bir çizgi çekti. Öğrencinin yüzüne bakıp:
“Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” diye sordu.
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip, içinde bu çizgiyi birçok parçaya bölmekte olan birkaç cevap verdi. Öğretmen cevapları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
Öğretmen: “Şimdi birincisi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Öğrenci: “Daha kısa” dedi, başını eğdi.
Öğretmen: “Bilgini ve yeteneğini artırarak kendi çizgini uzatman rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir.” dedi.
Karşısındaki insana zarar vererek kendini daha iyi bir noktaya çıkarmak, ben daha iyi olamıyorsam onlar kötü duruma düşsün demek acizliktir. Gelişimin sonu yoktur. İnsan, karşısındaki kişinin başarısını, sahip olduklarını kıskanmak yerine; kendi gelişimi için çalışmayı misyon edinmeli. Böylece insan, kendini geliştirmeye ve daha iyi olmaya adar. Kim bilir; belki, başarıları başkalarının gelişimine de katkı sağlar, yaşamlarına ışık tutar.