Çevremize baktığımız zaman birçok insanın hayat standartlarını arttırmak isteğini sürekli dile getirdiğini rahatlıkla görebiliriz. Ve yine ne çarpıcıdır ki bu insanlar hayatları boyunca, çözüm yolu aramak konusunda hiçbir zaman yeteri derecede istekli olmamış kişilerdir. Ya da değişimi kabullenmekten hep kaçmışlardır.
Peki değişimi kabul etmeyerek elimize ne geçiyor? Hiçbir şey. Ağlamak ve sızlanmak daha kolay geldiği için, değişmekten hep kaçıyoruz. Bu konu kişisel gelişimin de temel konulardan birini oluşturmaktadır. İnsanın hatta milletlerin gelişmesinin önündeki en büyük engel olarak değişime olan direnç gösterilmektedir. Nitekim ünlü eğitimci, yazar ve yaşam koçu T. Harv Eker bu konu üzerinde görüşünü şu şekilde dile getirmektedir;
“Acımak, dünyanın en asil duyguları arasında ilk sıralarda gelir. Ancak insanın “kendine acıması” dünyanın en alçak duygusudur. Çünkü sürekli “zavallı ben” diye başlayan her düşünce kendi potansiyelinizi ortaya çıkarmanın, değişmenin ve gelişmenin en büyük engelidir.” – T. Harv Eker
İşte bu yüzdendir ki hayatları boyunca şikayet eden insanlar aslında hayatları sıradan olduğu için sızlanıp şikayet etmiyorlar, sürekli şikayet ettikleri ve sızlandıkları için sıradan bir hayat yaşıyorlar. Peki, değişmek için neler yapabiliriz? Değişmek için farkındalığımızı arttıracak kitaplar okuyabilir, networkokulu.net’i takip edebilir, videolar izleyebilir ya da tabiri caizse “dolu insanlarla” takılabiliriz.
Değişimin, sadece işimiz için değil, hayatımızın her anı için geçerli olduğunu belirten .Dr. Spencer Johnson’ın kitabı bu konu için biçilmiş kaftandır. Best-seller olmuş “Peynirimi Kim Kaptı?” kitabı, tüm dünyada, değişimin zorunluluğunu çok basit bir dille ifade ederek büyük yankı uyandırmıştır.
Spencer Johnson tarafından yazılmış olan “Peynirimi Kim Kaptı?”, Citibank, General Motors, Goodyear, Mobil, Ohio State Univetrsity, Texaco, Xerox, Birleşik Devletler Ordusu ve daha bir çok büyük organizasyon içerisinde okutulmuştur. İçerisindeki yöntemlerden faydalanılarak değişime adapte olmuşlardır.
Hayatımızın her anını, her sayfasında tekrar tekrar görebileceğimiz bu kitabı “değişim” gözlüğümüzü takarak birlikte inceleyelim;
Kitapta anlatılan öyküde 4 ana karakter bulunmaktadır. Koşarca ve Koklarca, faredir. Kırın ve Mırın ise insandır. Bu karakterler aslında çevremizdeki insan tiplerini somutlaştırmaktadır.
Mırın; Ezik diye tabir ettiğimiz insanlar bu grupta yer alır. Aslında daha açık bir tabir ile her şeye isyan eden, ama hiçbir şey yapmayan kişilerdir. Onlara göre bu dünya asla adil bir yer değil ve hayat onlara karşı hep acımasız davranmaktadır.
Kırın; Mızıkçılar diye tabir ettiğimiz insan bu gruptadır. Bu gruptaki bulunanlar yapılması gereken şeyi bilirler. Sıkıntıların çözümünü bilir fakat bunun için bir şey yapmazlar.
Koklarca; Bu grupta bulunan kişiler, takipçilerdir. Yani başarılı insanları hep kovalayan, onlardan öğrenmeye çalışan, arkadaşları tarafından “yalaka” diye saçma bir tabir kullanılarak kötülenen insanlardır. Ancak burada bulunan insanlar çevrelerindeki başarıyı kovalayan insanları bulma ve onların tecrübelerinden yararlanmak gibi müthiş bir yetenekleri vardır. Ama bu yetenek doğuştan değil, sonradan geliştirilerek kazanılmıştır.
Koşarca; İşte bu grupta bulunan insanlara, lider insanlar diyoruz. Brian Tracy “Ye O Kurbağayı!” adlı kitabında, dünyadaki insanların yalnızca ama yalnızca %2si kendilerine bir direktif verilmeden ne yapacaklarını bularak onun için çalışmaktadır. İşte bu insanlara biz lider insanlar diyoruz.” diye belirtmektedir.
Sıkıntı çektiği noktayı bulan ve bu yolda durmadan çalışan insanlardır. Şikayet etmezler, sızlanmazlar. Başka insanları suçlamazlar. Hayatlarının sorumluluğunun kendi ellerinde olduğunu bilirler. Ve buradaki insanlar da liderlik yeteneklerini kendilerini geliştirerek kazanmışlardır.
Kitap içerisinde değişim konusu süper basit bir dil ile anlatılmıştır. Bilmemiz gerekiyor ki her konuda değişmeliyiz. Değişim, kaçınılmazdır.
Nasıl mı?
-Üniversite kazanıyorsun, değişmek zorundasın,
– İş bulup çalışmaya başlıyorsun, değişmek zorundasın,
– Evlendin, değişmek zorundasın,
– Çocuk sahibi oldun değişmek zorundasın,
– İşini değiştirdin, değişmek zorundasın…
Bu süreç hep devam eder ve “ben değişmek zorunda değilim” diyen insanlar hep kaybetmeye mahkumdurlar. Fakat önemli bir nokta var ki atlanmaması gerekir. Burada bahsedilen değişim hep iyiye, güzele doğru giden olumlu bir değişimdir. Kötü bir alışkanlığa giden değişim değildir.
Peki insanlar neden değişmez istemez?
Peynire sahip olduğunu bilmek mutluluk vericidir.
Değişim beraberinde kendi “rahat alanınızdan çıkmayı” getirir. Yeni bir şey yaptığınızda, yeni bir işe başlayacak olduğunuzda, rahat alanınızdan çıkmanız gerekmektedir. Her gün yaptığınız işlerin, hareketlerin dışında bir şey yapmak size zor gelmeyecektir.
Kitapta da karakterlerimizden Kırın ve Mırın, Peynir İstasyonunu bulduktan sonra her gün acele etmeden, istasyona giderek peynirlerini yemektedirler. Hatta daha da ileri giderek, Peynir istasyonunun onların olduğunu iddia etmeye başlamışlar. Her gün aynı süreç devam etmekte, akşamları elleri peynir dolu şekilde eve gelmekte ve sabah daha çok peynir almak için yine istasyonun yolunu tutmaktadırlar.
Bu durum onlara belli bir rahatlık sunmaktadır. Çünkü her gün yapacakları şeyler bellidir. Sabah kalkacakları akşam yatacakları, gün içerisinde ne yapacakları vb. her şey… Bu durum iyi gibi görünebilir ama unutmamak gerekir ki aslında rahat alanımız bizim, bitki yetişmeyen çorak topraklarımızdır. Neden mi? Hikayeye devam edelim.
Koşarca ve Koklarca ise aynı rutin içerisinde olsalar da her gün Peynir istasyonunu kontrol ettikten sonra yemeye başlıyorlarmış. İstasyonda bir değişiklik var mı? Peynir azalıyor mu? Sürekli tetikte bekliyorlarmış. Eğer şartlar değişecek olursa, vakit kaybetmek istemiyorlarmış.
Nitekim, fareler sonunda haklı çıkmışlar. Bir sabah vardıklarında istasyonda peynir kalmadığını görmüşler. Hazırlıklı oldukları için bu duruma hiç şaşırmamış ve hemen yeni bir peynir istasyonu bulmak için harekete geçmişler.
İnsanlar Peynir istasyonunda peynir kalmadığını gördüklerinde çok şaşırmışlar ve Mırın, “Peynirimi kip kaptı?” diye bağırmaya ve ağlamaya başlamış.
Peynir insanlara, zevklerine bağlı olarak, kendilerince herhangi bir şeyi ifade eder. Bazıları için maddi şeylere sahip olmak demekmiş. Bazlar için de sağlık, ruhsal olarak kendini iyi hissetmek gibi şeylere karşılık gelmekteymiş.
Kırın için peynir, kendini güvende hissetmek, bir gün sevgi dolu bir aileye sahip olmak ve sevgi dolu bir kulübecik almakmış.
Mırın için ise peynir, diğerlerini yöneten peynir olmak, ve bir ev almakmış.
Kırın ve Mırın sürekli başlarına gelen olayın, kendilerine karşı adaletsizlik olduğunu düşünüp her şeye kızıp sövüyorlarmış. Her şeye mırın kırın ediyorlarmış.
Geleceklerine dair bütün planlarını bu peynir göre yaptıkları için, duruma bir türlü inanamıyorlarmış. Arkadaşlarına çok kızmışlar, kimse onları uyarmamış ki! Böyle olacağını bile düşünmemişler.
Peynir senin için ne kadar önemliyse, onu bulmayı o kadar çok istersin.
Ertesi gün istasyona tekrar gittikleri zaman hiçbir şeyin değişmediğini, peynirin orada olmadığı görmüşler. Kırın, etrafa dikkatlice baktığı zaman farelerin orada olmadıklarını, görmüş ve “Sence bizim bilmediğimiz bir şey biliyor olabilirler mi? Diye sormuş.
Mırın burun kıvırarak “Ne biliyor olabilirler ki? Onlar basit fareler, biz özeliz. Üstelik biz daha iyiyi hak ediyoruz.” demiş.
Kırın demiş ki; “Daha iyi olduğumuzu biliyorum ancak şuan burada bir şey değişiyor. Ve bizim de değişmemiz ve bazı şeyleri değiştirmemiz gerekiyor.”
Kırın ve Mırın’ın bu diyaloğu size de tanıdık geliyor mu?
Değişmezsen sönüp gidersin!
Bazen hayatta o öyle durumlar yaşarız ki, düşündüklerimizin, yaptıklarımızın hep doğru olduğunu zannederiz. Fakat yanlış düşünüyor ve yanlış hareket ediyorsak?
Baktığımız zaman her şeyin başlangıcında inanç vardır. Değişen koşulları sürekli kontrol etmezsek, kendimizi bunların dışındaymışız gibi görürsek elbette sonunda sönüp gitmeye mahkum olacağımız kesindir.
Çünkü insanlar doğru ya da yanlış bir şeylere inanır. Bu inançlarımızı da oluşturan şey düşüncelerimizdir. Önemli olan neye inandığımızdır. Kafamızdaki ufak ufak doğru olduğunu sandığımız düşünceleri değiştirdikçe inandığımız doğruların da değiştiğini göreceğiz.
Kitaba dönecek olursak, Kırın ile Mırın hala her gün yaptıkları şeyi yapmaya devam ediyorlarmış. Peynir kalmamasına rağmen her gün giderek bir gün peynirin geri geleceğine kendilerini ikna etmeye çalışıyorlarmış. Hatta Mırın şöyle bir teklif yapmış, “Biliyor musun, daha sıkı çalışırsak aslında hiçbir şeyin düşündüğümüz kadar büyük bir değişikliğe uğramadığını görebiliriz.” diyerek duvarları delmeye başlamışlar. Duvarların arkalarında peynir aramaya başlamışlar.
Her gün duvarları delerek peynir bulmaya çalışmışlar. Gerçek hayatımızda da sürekli, bize sonuç getirmeyecek eski alışkanlıklarımız doğrultusunda çalışmak hiçbir şeye yaramayacaktır.
Kırın bir gün kendi kendine “Bana bak Kırın, her gün aynı şeyleri yapıyorsun sonra da neden hiçbir şey düzelmiyor diye soruyorsun. Düzelse saçmalık olmaz mıydı?”
Bu soru aslında o kadar etkili ki? İnsanın tekrar tekrar kendine sorması gerekir. “Hep aynı şeylerle ilgileniyoruz. Aynı şeyleri düşünüyor, aynı şeyleri yapıyor ve dolayısıyla aynı sonuçları alıyoruz. Değişse saçmalık olmaz mı?” Matematik problemi çözerken sonuç getirmeyen aynı formül üzerinden, tekrar tekrar soruyu çözmeye çalışmak gibi değil mi?…
Bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Bakış açımızı değiştirirsek, düşüncelerimizi, düşüncelerimizi değiştirirsek yaptıklarımızı ve en sonunda da sonuçlarımızı değiştirebiliriz. Bu yüzden değişmemiz gerekiyor, sönüp gitmemek için…