Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL!!!
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin mısralarındaki öğüde bakar mısınız? Günümüz çağında o kadar çok var ki olduğundan farklı görünmeye çalışan insan. Dikkat ederseniz öyle insanlarda en büyük davranış bozukluğu kibirdir. Kibir; insanın günlük, iş, sosyal yaşamlarını ve toplumsal ilişkileri önemli ölçüde etkileyen bir sorundur.
Kibirli insanlar abartıcı ve kendisinden başkalarını küçük görme eğiliminde olurlar. Kendilerini kısıtlarlar. Özgür olamazlar. Kahkaha atmak isterler atamazlar, almak istediklerini alamaz, yapmak istediklerini yapamazlar. Unutkandırlar; nereden geldiklerini unuturlar. Yani kibir, düşüncede başlayıp, filizlenip sonra da insanın ruhunu sarmalayan zararlı bir ayrık otu gibidir.
Bunun tedavisi ise kişinin düşünce işlemine sağlıklı bir işleyiş kazandırmasıyla mümkün olur. Bunun için kişi bulunduğu konuma nereden, nasıl geldiğini kendine hatırlatmalıdır. Kibrin en önemli ilacı kitap okumaktır. Ne demiş Mevlana: “Meyveyle dolu ağacın dalları salkım gibi yerde olur. Meyvesiz boş ağacın dalları ise selvi gibi göğe doğru salınır.” Yani meyvesiz insan, o havalı burnunu, dik başını yere doğru indirecek, yürüyüşündeki “küçük dağları ben yarattım” havasındaki adımlarını değiştirecek. Beynini taze, yeni, bol bilgi meyvesiyle dolu tutacaktır.
Kibirli bir adamın, olduğundan farklı görünme çabalarını anlatan bir hikaye:
Olduğundan başka türlü görünmek isteyen bir adam vardı. Bu adamın bir gün, neredendir bilinmez, eline bolca kuyruk yağı geçti. O günden sonra adam her sabah bıyığını onunla yağlamaya başladı. Sonra da varlıklı adamların meclislerine gidip, “Evde yağlı yemekler yedim” diye hava attı. Söylediğini kanıtlamak için de manalı manalı bıyığını burdu. Yani o kendini bilmez adam demek istiyordu ki: “İşte yağlı yemekler yediğimin kanıtı! Koklarsanız burnunuza yağın kokusu gelir.”
Oysa aynı anda adamın midesi şunu diyordu:
“O yağlı bıyığın yolunsun inşallah! Senin bu hava atmaların olmasaydı belki cömert biri bize acırdı. Olduğun gibi görünseydin, böyle eğri durmasaydın birileri derdimize çare olurdu.”
Anlayacağınız aç mide adamın yağlı bıyıklarına düşman oldu. Mide kendi dilinde, “Allah’ım şu adamın yalanını ortaya çıkar da onu utandır. Böylece cömert insanlar bize acısın.” Diye dua etti. Hikaye bu ya midenin duası kabul oldu. Kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan adamın, bırakın yağlı yemekler yemeyi, bir dilim kuru ekmeğe muhtaç olduğu ortaya çıktı. Nasıl mı?
Bir kedi, açık penceresinden adamın evine dalıp doğruca mutfağa koştu. Bir kenarda duran kuyruk yağı dolu çuvalı kaptı. Evdekiler kedinin ardından koştularsa da yakalamaları mümkün olmadı. Kedi girdiği pencereden çıkıp kaçtı.
Oğlu, babası azarlayacak diye çok korktuğundan ağlaya ağlaya babasının bulunduğu topluluğun yanına geldi.
– Babacığım, ansızın bir kedi geldi. Senin her gün bıyıklarını ve dudaklarını yağladığın kuyruğu kaptı ve kaçtı! Kediyi kovaladık ama yakalayamadık, diyerek acı haberi verdi.
Tabi adam arkadaşlarının arasında utançtan yerin dibine girdi. Oradakiler olaya şaşıp güldüler. Fakat iyi yürekli kimselerdi ki adamı aşağılamadılar. Onu ve oğlunu evlerine davet edip onların karnını doyurdular.
Sonra ne mi oldu?
Adam kibri terk edip olduğu gibi görünmeye karar verdi.
Buradan da anlaşıldığı gibi kibir aynı zamanda gurur ve yalana da yol açar. Adam gururundan aç olduğunu söylemiyor. Kendisinin ve ailesinin aç kalmasına da neden oluyor. Aslında diğer insanların onu hor göreceğini, aşağılayacağını düşünüyor ve düşündüğü gibi de olmadı. Onunla alay etmek şöyle dursun, kendisinin ve çocuğunun karnını doyurdular. Hiçbir menfaatleri olmadan sıcak, samimi bir insaniyetle karşılık vermişlerdir.
Mevlana’nın öğüdünde olduğu gibi akarsu olmuşlar cömertlikte, toprak gibi olmuşlar tevazuda ve güneş gibi olmuşlar şefkatte ve merhamette…